Çelişki

Bilişsel Uyumsuzluklarımız yani; İç Çelişkilerimiz

Ve gözlemlerim

Çok eskiden, kurumsal hayatta çalışmaya başladığım ilk yıllarda ofiste bazı büyüklerimden, özellikle “alaylı” denilenlerden duyduğum bir kavram, bir söz vardı: Tenakuza Düşmek.

Birçok şeyde olduğu gibi bu kavram da zaman içinde terminolojik bazda evrime uğradı ve daha ‘havalı’ bir hâl alarak bilişsel uyumsuzluk oldu.

Özünde ikisi de hemen hemen aynı anlamı (bireylerin inançları, değerleri ya da bilgileri ile gerçekleştirdikleri davranışlar arasında bir tutarsızlık oluştuğunda hissettikleri rahatsızlık durumunu) ifade etseler de ‘tenakuz’ daha kısa süreli hatta anlık bir çelişki hissini ifade ederken bilişsel uyumsuzluk iç dünyamızda (dikkat! “iş dünyamızda” değil “iç dünyamızda”) daha uzun süreli yaşanan çelişkileri, çatışma veya huzursuzlukları ifade ediyor. Bu arada keşke durum özünde o zamanlar duyduğum “tenakuz” olarak kalsaymış. Çünkü, iş hayatının dengelerinin çetrefilleşmesi gibi bilişsel uyumsuzluklarımızdan kurtulmak da düşülen tenakuzdan çıkmaya kıyasla çok daha çetrefilli. En azından çok daha uzun soluklu bir çaba gerektiriyor. Tenakuzdan sıyrılmak için bir tercih yapmak veya karar vermek yetebiliyorken bilişsel uyumsuzluklarımızı bertaraf etmek inanış veya davranış değişikliği gerektiriyor ki, o bildiğiniz üzere öyle pek de kolay değil.

O zamanlar, yani 1980’lerin sonlarında ben o “alaylı” büyüğüme “Ne oldu abicim,  bilişsel uyumsuzluk mu yaşıyorsun?” diye sorsam yüzüme nasıl bakar, nasıl bir tepki verir idiyse, şimdilerde genç bir danışanıma “tenakuza mı düştün?” dediğimde muhtemelen benzer tepkiyi alırım. O zaman gelin, orta yolda buluşalım ve hem o eski Osmanlıca terimden hem de ilk kez Amerikalı Sosyal Psikolog Leon Festinger’in kullandığı havalı psikolojik terimden vazgeçelim.  Konumuza “İç Çelişkileri” terimiyle devam edelim.  (Bazılarınızın aklına “dilemma” da gelmiştir hemen ama ‘iç çelişki’de kalalım lütfen)

İç Çelişkileri

Mentörlük görüşmelerimde en çok karşılaştığım ve danışanlarımı zorlayan iç çelişkiler neler?

Vicdanı zorlayan kararlar Her fırsatta çalışanlara değer, onların mutluluğuna önem verdiğini söyleyen bir yönetici gün geliyor bütçe kısıntıları veya üst yönetim dayatmaları neticesinde ekipten bazı kişileri işten çıkarmak zorunda kalıyor. Çalışanlara değer veren yöneticiler bu sefer kendi değerleriyle çelişen bu durum karşısında yoğun bir vicdani yük altına giriyorlar. Nadir de olsa bu sebeple işten ayrılanlar bile oluyor (evet var hâlâ böyle insanlar!) Veya aylarca geceleri uykularından uyandırıyor bu durum onları.

Terfi Bireysel performansa dayalı bir terfi fırsatı ortaya çıktığında, terfi almak için yalnız çalışması hatta arkadaşlarını -deyim yerindeyse- ekarte etmesi gereken kişiler de iç çelişkisi yaşıyor. Hani ekip ruhu, takım ruhu önemliydi? Yıllarca o fikir pompalanmıştı… Oysa şimdi ekip arkadaşlarının birkaç adım önüne çıkması bekleniyor hatta bunu alenen yapması bekleniyorsa içten içe bir rahatsızlık yaşıyor.

Terfi olaylarındaki bu durum şimdi açıklayacağım durumlarda zirve yapıyor.  Birbirleriyle çok iyi anlaşan hatta yıllar içinde ilişkileri dostluğa dönüşmüş iki mesai arkadaşı aynı pozisyona terfi etme beklentisi içindeyken üst yönetimin doğal olarak yalnızca birini seçmesi durumunda duygular karışıyor; eğer dostluk samimiyse sevinç ve üzüntü aynı kişide bir arada yaşanmaya başlıyor.

Değişime Direnç En sık karşılaştığım iç çelişkileri ise değişim süreçlerinde yaşanıyor. Bir yönetici, yıllarca değişimin ve yeniliğin önemini savunurken mevcut sistemlerin değişmesine karşı aslında kendisi direniş gösterebiliyor. Bazen bunun farkında bile olmuyor (çünkü ona bağlı çalışanlar bunu kendisine bir türlü bildiremiyor) bazen de değişim sürecinde işin ucunun kendi çıkarlarına dokunacağını biliyorlar (en azından hissediyorlar) ve böyle bir değişime öncülük etmek büyük sıkıntı oluşturabiliyor.

Maaş ve İş Tatmini

Bir çalışan, mevcut işinde kendini çok mutlu ve tatmin olmuş hissederken birden  başka bir şirketten daha yüksek maaşlı bir teklif alıyor. “Para”yı seçerse tatmin olduğu işinden ayrılmak zorunda olması, “tatmin”i seçerse maddi fırsatı kaçıracak olması onda ciddi biriç çelişkiyaratıyor. Ben buna çelişkilerin en tatlısı diyorum 🙂

Hibrit çalışma

Esneklik iyi de ya kariyerim riske girerse…

Bazı çalışanlar, uzaktan çalışmanın sağladığı rahatlığı seviyorlar ama ofis ortamında görünür olurlarsa daha hızlı terfi edileceklerine inanıyorlar. “Evden çalışarak konforu mu seçmeliyim, yoksa ofiste daha çok görünerek terfi fırsatlarını mı artırmalıyım?” ikilemi de çalışanlarda iç çelişki yaratabiliyor.

Yüksek performans ve Tükenmişlik hissi

Çalışanlar ya da danışanlar (ya da çalışan danışanlar) yöneticilerinin onlardan yüksek performans beklentilerini karşılamak için ekstra çalışıyorlar ama bunun uzun vadede tükenmişliğe yol açabileceğini de biliyorlar, hissediyorlar. “Performansımı göstermeliyim ama sağlığımı da korumalıyım” ikilemi, özellikle şirketlerin verimlilik ve rekabet gücü adı altında daha az insanla daha fazla iş yapma eğilimlerinden dolayı ve pandemi sonrası çok arttı.

Benim gözlemlerimden başlıcaları bunlar. Hepsine önerilerim oluyor; kimileriyle hızlı kimileriyle yavaş yol alıyoruz ama bir yerlere varıyoruz.

Sizin çalışma hayatıyla ilgili en çok iç çelişkisi yaşadığınız alan bunlardan hangisi? Ya da burada yer almayan bir çelişki varsa, paylaşırsanız sevinirim.

Şu anda “paylaşsam bir türlü, paylaşmasam bir türlü” deyip geri duruyorsanız o da bir nevi iç çelişki işte! 🙂

Lindekin Bağlantısı: Tıklayın

Yazar: Tayfun Öneş