Konfor Alanından Çıkmak ve Gerçek Özgürlüğün Başlangıcı

Konfor Alanından Çıkmak ve Gerçek Özgürlüğün Başlangıcı

Ne güzel demiş Eleanor Roosevelt:

“Hiçbir şey insanı, korkularını fethetmekten daha fazla özgürleştirmez.”

Korku, sandığımızdan daha organize bir mekanizma. Bir fikir geldiğinde hemen şu soruları devreye sokabiliyor mesela: “Ya hata yaparsam?” “Ya üst yönetim yanlış anlarsa?” “Ya alay edilirse?”

Ve biz farkında bile olmadan geri adım atmaya başlamış oluyoruz…

Çünkü konfor alanı, sadece fiziksel bir alan değil; düşünce şeklimizin, cesaretimizin ve hayal gücümüzün sınırlarını çizen görünmez bir çember gibi.

Bu çemberin içindeki işler tanıdıktır. Dolayısıyla risk düşüktür. Yorucu tartışmalar, belirsizlikler, cesaretimizi toplayıp, öne çıkma zorunluluğu vesaire yoktur.

Ama başka bir sorun söz konusudur:

Bu alanın içinde gelişim de yoktur.

Güvenli hissettiren o “alışkanlık kozası”, zamanla gelişim karşıtı bir alan hâline geliyor.

Ve bu kozada kalan sadece bireyler olmuyor.

Toplantılar sönükleşiyor, fikirler kısılıyor, benim “eh işte kültürü” dediğim bir kültür yayılmaya başlıyor

Kurumsal hayatta yenilikçilik ve dinamizmi sağlayan şey, çoğu zaman aslında büyük yatırımlar ya da devrim niteliğindeki teknolojik gelişmeler değil; birinin çıkıp “Ben böyle düşünüyorum” diyebilmesiyle başlıyor.

Bir başka sendrom :

“Ama Şu An Zamanı Değil…” sendromu

Kimbilir kaç kez (samimi olduklarımıza veya en azından kendimize) şu cümleyi kurmuşuzdur  “Toplantıda söylemek istedim aslında ama…”. İşte bu cümleyi her kurduğumuzda, farkında olmadan içimizdeki potansiyeli de susturmuş oluyoruz.

Aynı şekilde bir yönetici “İyi fikir ama şimdi değişiklik zamanı değil” dediğinde, belki de ekibindeki en yaratıcı ruha kapıyı kapatmış oluyor.

Konfor alanı, tabir yerindeyse düşünsel ve duygusal bir hapis gibi.

Ve ilginç olan şey, diğer hapishanelerin aksine çoğu zaman, bu hapishanenin anahtarı içeride ve bizim elimizde oluyor.

“Sustuğum her gün, beni ben olmaktan uzaklaştırdı”

Bir firmada orta düzey yönetici olan bir danışanım, çok iyi bildiği bir konuda büyük bir projenin yanlış yöne gittiğini fark etmiş olmasına rağmen üst yönetimi uyarmaktan veya doğrudan müdahale etmekten çekindiğini anlatıyordu.

Neden diye sordum.

“Ya yanlış anlaşılırsam?”, “Ya ukalalık gibi görünürse?” diye düşünmüş.

Proje bir süre sonra başarısızlıkla sonuçlanmış.

Aynı danışanım başka durumlarda da sustuğunu itiraf etmeye başladıktan sonra bir gün samimiyetle şunu söyledi bana:

“Sustuğum her gün, beni ben olmaktan uzaklaştırdı. Maalesef fikirlerim ya da onlar söyleme cesaretim değil, daha çok korkularım kazandı!”

Aslında bu itiraf onun için bir değişimin başlangıcıydı, emindim. Bir de destek sorusu armağan ettim ona: Benzer durumlarla karşılaştığında kendisine sorması için :

“Şu an korkum mu daha büyük, potansiyelim mi?”

Peki ne yapmalı?

Konfor alanından çıkarak özgürlüğe ve gelişime adım atmak için neler yapmalı?

Yöneticilere tavsiyem: Takım arkadaşlarınızı sadece performanslarıyla  değil, fikirlerini söyleyebilme cesaretleriyle de değerlendirin. Söyleyiş biçimleri ve zamanı sizi rahatsız ediyorsa o ayrı bir konu. İletişim eğitimleri vs aldırabilirsiniz. Söyledikleri sizi rahatsız etmemeli önemli olan o! Söylenen veya önerilenle sağlancak gelişim takımın kaptanı olarak en çok sizi mutlu etmeli, gururlandırmalı.

Çalışanlara tavsiyem: Her zaman kusursuz olmak zorunda değilsiniz. Ama uzun vadede hep kendiniz olmak zorundasınız! Cesaretinizi toplayıp konfor alanınızdan çıkın, kendinizi daha iyi ve özgür hissedeceksiniz.

Ve Son Soru:

At(a)madığınız adımlardan hangisi size en büyük pişmanlığınız olarak geri döndü? Hatırlıyor musunuz?

Ben unutmadığınızdan eminim; gerçekten hatırlamıyorsanız konfor alanı rehavetinden kurtulamıyorsunuz demektir.

 

Bağlantı: LinkedIn

Yazar: Tayfun Öneş