Bu bayram tatilinde uzun süredir görmediğim bir dolu eski dostumla görüşme ve konuşma fırsatı buldum. Benim yaşlarımda olan bu kişilerin birkaçında fark ettiğim bir şeyi aktarmak ve sıcağı sıcağına üzerine biraz yorum yapmak istiyorum. Bilmem siz de fark ettiniz mi? Ne kadar çok insan artık boş zamanlarını ahşap işleriyle veya seramikle uğraşarak geçiriyor… Dahası, bazıları sadece boş zamanlarını ayırmıyor, bunun için özellikle zaman yaratarak koştura koştura gidiyorlar atölyelere veya evlerinin bu iş için ayrılan köşelerine… Ve orada saatlerce zaman geçiriyorlar.
Benim konuştuklarımın hemen hepsi 55-60 yaş bandında, profesyonel hayatta üst düzey yerlere kadar yükselmiş; ya oradan emekli olmuş ya da hâlâ faal olan kişiler.
Yani yıllarca iş dünyasında fırtınalar (en azından rüzgârlar) estirmiş, binlerce e-posta yazmış, yüzlerce yönetim toplantısına katılmış, milyon dolarlık kararlar alınmasını sağlayan sunumlar yapmış arkadaşlarım bunlar.
Şimdi adeta (tabirimi mazur görsünler) bir marangoz atölyesine veya seramik stüdyosuna sığınıyor gibiler…
Sordum, neden diye. “Keyif alıyorum” diyorlar.
Ama işin arka planında sadece keyif değil, daha derin ve daha insani sebepler var gibi… İşte onlara değinmek istiyorum.
Şöyle düşünüyorum: Profesyonel hayatta alınan kararlar somut adımlarla veya ürünlerle neticelense bile şirket onların olmadığı için emekli olduklarında o somutluk uçup gidiyor gibi… İşte o, somut bir şeyler yaratma ihtiyacı insanın içine işliyor sanki…
Elde tutulabilir bir vazo, altına imzalarını atabilecekleri bir masa veya bir tabure, gözle görebilecek bir üretim… Onlardan dinlediklerimden anladığım kadarıyla, yıllarca soyut hedeflerle, KPI’larla boğuşmuş zihinler artık “elle tutulur çıktılar” istiyor.
Bir diğer sebep de (belki de bunu birinci sıraya yazmalıyım) yapmaya çalıştıkları zihinsel arınma…
Bir çamur parçasını yoğurmak, bir tahtayı oymak… Her biri onlar için bir tür meditasyon aslında. Yıllarca kapitalist düzenin içindeki şatafatlı çarklar arasında koşuşturan zihinlerine adeta artık “dur” deme yolu.
Kontrol hissi:
İş hayatında her şey kontrolümüzde olamıyor. Ama tornadaki çamur, elimizin altında şekil alıyor. Ne yapacağımıza dair güç orada, karar ve kontrol orada. Bu da cazip geliyor.
Bir tür vedalaşma:
Statülerle, unvanlarla, acele işlerle, acımasız işlerle vedalaşma gibi bir şey… Ya da bu vedayı sindirme süreci yaşıyor gibiler ellerini klavyelerden ve imzalar attıkları kalemlerden çekip çamura buladıklarında…
Biraz da dönüş/dönüşüm…
Kendine, kendin olmaya, özüne dönüş, üstelik de bir şeyler üretmenin keyfiyle dönüş…
Arınma
Yıllardır biriktirmek zorunda kaldığın stres ve negatif enerjiyi ‘topraklanarak’ atmak, arınmak gibi…
Son olarak da kalıcılık arzusu:
Bayramın hemen ardından okuyacağınız bu yazıda “her fâni ölümü tadacaktır” gibi sevimsiz bir hatırlatma yapmak istemesem de, er ya da geç dünyadan göçüp gideceğimiz bir gerçek… Ve bu gerçeğe en somut direnme biçimi de aslında gitmeden geride kalıcı bir şeyler bırakmak…
“Dünyanın en harika ahşap oyma objesi veya en güzel seramik vazosu olmasa da yaptıklarımdan birkaçı torunlarımın evinde, onların göreceği bir yerlerde dursa bana yeter…” Bu duyguyu bana bu kelimelerle söylemediler ama aktarmaya çalıştıkları his buydu aslında…
Bir instagram fotosu veya linked-in post’u değil, gerçekten kalıcı bir şeyler bırakmak dürtüsü ve arzusu…
Eski dostlarımın bu bayram tatilinde fark ettiğim seramik ve ahşap işlerine artan ilgileri hakkında benim düşüncelerim bunlar.
Ve bu yazımı, şu anda çok yoğun olan aktif profesyonellere, hele hele “benim hiç böyle bir hobim yok, uğraşacak vaktim de, niyetim de yok” diyen profesyonellere özel, şu cümleyle bitirmek istiyorum :
“Her profesyonel bir gün emekliliği tadacaktır”
Yazı Bağlantısı : Linkedin