Primleri Yakmak mı, Fırsatları Kaçırmak mı?

Danışanlarımın en çok zorlandığı konulardan birisi de iş değiştirme konusu. Gelen

yeni bir iş teklifini değerlendirmek ve karar almakta zorlanıyorlar; bunun da sebebi

malum: Konfor alanından çıkmanın, alışık ve bildik bir denizde güvenli seyrederken

birden uzaktan cazip gözüken ve fakat daha az bilinen bir denize yelken açmanın

verdiği huzursuzluk…

İşte bu konu yılın bu aylarında özellikle son çeyreğe girerken daha da hararet

kazanıyor. Bunun da ana sebebi iş değiştirirken mevcut şirkette hak edilen primi

yitirme kaygısı.

Çalışan yılın büyük bir kısmını tamamlamışken ve yüklü bir miktarda prime hak

kazandığını düşünüyorken, başka bir yerden cazip bir teklif aldığında, bu primlerin

yanacağını bilmek ayrılmayı çok zorlaştırıyor. Daha net bir ifadeyle, yılın başında

teklif alan birisi için prim kaybı daha az önemliyken 9. ayda bir teklif aldığında 9 aylık

primini feda etmek çok daha zor bir karara dönüşüyor. Danışanım hem kariyer

fırsatını hem de mevcut maddi beklentilerini dengelemeye çalışırken sıkışmışlık

hissiyle birlikte artan bir stres yaşıyor.

Bugünlerde bu konudaki yansımaları bireysel danışanlarımdan alsam da zamanında

bu ikilemi tam karşı cepheden de yaşamış birisiyim. Yöneticilik yaptığım dönemlerde

özellikle performansa dayalı prim sistemiyle çalışan satış ekiplerimden ayrılmak

isteyenler ayrılırken o güne kadar hak edilmiş olan primleri istemeleri sorun

yaratıyordu. Bu konuyu üst yönetimde tartışmaya açtığımda görüşler ikiye bölünürdü.

Özellikle de mali işlerin başındaki arkadaşlarım, yıl sonu gelmeden kendi isteğiyle

ayrılan bir çalışana neden prim ödensin diyerek karşı çıkarlardı. Diğer görüşte olanlar

ise ayrılan kişiye o ana kadar hak ettiği primlerin ödenmemesi, geride kalan

çalışanlarda negatif bir hava yaratabilir ve adaletsizlik algısına yol açabilir derlerdi.

Hatta hemen uç örnekler verilirdi. Birikmiş izinler vesaire göz önünde

bulundurulduğunda bazen Ekim ayında ayrılmak isteyen bir kişinin aslında şireketle

ilişkisinin kesilme tarihi Kasım sonu Aralık başını bulabilir, bu da toplam primin

11/12’sine hak kazansa dahi alamayacak olması anlamına gelirdi.

Gerçekten de prim ödememek, şirketler için maddi açıdan mantıklı olabilir, ancak

çalışanlar arasında güvensizlik yaratmasının ve sadakati zedelemesinin bedeli

ödenecek primden kat be kat fazla olabilir…

Bu konuyu tartışmaya açık bir konu olmaktan çıkarmak kolay aslında

(Nitekim öyle yapmıştık, biz de)

Üç ana yöntem söz konusu, ve birinde karar kılmak gerekiyor.

A) Oranlama Sistemi: Primlerin, yıl içinde performans gösterilen süreye göre

oranlanarak ödenmesi adil bir çözüm olabilir. Örneğin, yılın %75’inde çalışmış

olan birine %75 prim ödemesi yapmak, her iki taraf için de makul bir çözüm

sunabilir.

B) Primlerin Kilitlenme Süresi: Şirketler primlerin belli bir dönem sonrası

verileceğini ve bu dönemin çalışanın şirketten ayrılma durumuna bağlı

olmadığını belirtebilir. Bu, çalışanlara daha rahat bir hareket alanı sağlar ve

işveren için de bir güvenlik süreci oluşturur.

C) Uzlaşmacı Yaklaşım: İşveren, prim konusunda çalışanla orta yolu bulmaya

çalışabilir. Belirli bir süreliğine ayrılmayan çalışanlara, primlerinin bir kısmının

ödenmesi gibi ara çözümlerle motivasyonu yüksek tutmak mümkün olabilir.

Başka yöntemler de var elbette ama ödeme yapılacaksa genelde bu üç sistemden biri

uygulanıyor. Yukarıdaki her üç yöntemin de hem artıları hem de eskileri söz konusu.

Onları bir sonraki yazımda ele alacağım ama bu haliyle size sorsam :

Sizce ödenmeli mi?

Ödenecekse bu üç yöntemden hangisi tercih edilmeli?

Yazar: Tayfun Öneş