Siz Kendinizi Ne Sanıyorsunuz?

Siz Kendinizi Ne Sanıyorsunuz?

Birçok kez iş değişikliği yaşadım. Ayrılırken bana verilen veda yemeklerinde veya son toplantılarda söylenen sözleri, yüzüme baka baka dizilen methiyeleri duysanız oradaki herkesle dostluğum, en sazından onlarla güzel ilişkilerim oradan ayrıldıktan sonra da devam edecek sanırsınız. İlk birkaç şirketten ayrılışlarım sırasında saf-saf buna ben de inanırdım. Yani ne mutlu bana, ne güzel dostlar edindim burda falan diye avunurdum… Üçüncü işimden sonra uyandım işin aslına! Belki aile büyüklerimin hemen hepsi ya esnaflık ya da ev hanımlığı yapıyor olmasaydı; en azından birkaç kişi benden önce kurumsal hayatta profesyonel çalışmış olsaydı beni uyarırlardı. Bunlar gerçekten içten gelerek, samimiyetle söylenmiş sözler değil; iyi intibalarla ayrılan birinin arkasından kurumsal etik gereği söylenmesi gereken sözler… deseydi daha önce uyanırdım gerçeğe… Tayfun Bey, eminim bundan sonra da sizinle dostluğumuz devam edecek diyenler bir üzüm salkımından zamanla dökülen üzümler gibi patır patır döküldüler hep hem de çarçabuk… Geriye her seferinde en fazla birkaç sağlam üzüm kaldı ki, ona da şükür!

Demek istediğim, profesyonel hayatta yaşadığımız duyguların ve mutlulukların gerçekliğine dikkat etmemiz lazım.

Seneca’nın şu sözü, binlerce yıl önceden bugünün profesyonellerine işin sırrını fısıldıyor sanki:

“Mutluluk, ne olduğumuzda değil, ne olduğumuzu düşündüğümüzde yatar.”

Mutlu olup olmamak da, gerçekten kim olduğumuza değil, kendimizi nasıl gördüğümüze bağlı.

Yani, mesele gerçeklik değil, algı aslında.

Ve o algı, (maalesef) çoğu zaman biz fark etmeden başkaları tarafından şekillendirilmiş oluyor.

Modern kurumsal hayatta çoğumuzun yüzünde bir maske var ve o maskenin de genelde bir adı oluyor.

Sizinkinin adı belki “başarılı yönetici”, belki “çözüm odaklı çalışan”, belki “vazgeçilmez müdür”, belki de “yardımsever işkolik”…

Bilemem. 35 yıllık çalışma hayatı tecrübesinden sonra geldiğim noktada bildiğim şey şu: Asıl önemli olan içinizdeki ses…

O ne söylüyor?

Yani olduğunuz kişi misiniz, sandığınız kişi mi?

Kurumsal kimliğinizin ödüllü bir illüzyon olduğunun farkındasınızdır umarım.

İş dünyası güçlü (ve güçsüz) kimlikler yaratıyor. CV’mizde gururla taşıdığımız unvanlar, aldığımız ödüller, yönettiğimiz bütçeler… Bir süre sonra bize “ben buyum” dedirtiyor.

Oysa genellikle unuttuğumuz ya da atladığımız şey şu oluyor: O kimliklerin çoğu dış referanslarla inşa edilmiştir. Patronun takdiri, ekibin saygısı, şirketin veya makamın prestiji vesaire vesaire. Hepsi geçicidir.

Ve bir gün gelir, o unvan alınır, ekip dağılır hatta şirket kapanır… Hiçbir şey olmasa da bir gün gelir emekliye ayrılırsınız.

Sonra aynaya bakıp sorarsınız (belki de sormaya kokarsınız demem lazım) : “Ben kimim şimdi?”

Aynaya hakkını vererek baktığınızda gerçek sandığınız şeyler bozuluverir.

Mutluluk, gerçeklerle değil, yorumlarla ilgilidir.

İçimize dönüp baktığımızda ve kendimize sorduğumuzda duyduğumu sesin tonu  – yaşanmışlıklardan, – travmalardan, – başarısızlık korkularından, – zafer sarhoşluklarından – geçmişin tortularından etkilenmiş olabilir.

Ve bu yüzden, bir yönetici bizden hoşlanmadığında “ben değersizim”, yeteri kadar(!) hızlı yükselmediğimizde “ben vasatım” diye düşünebiliyoruz. Hele hele çok istediğimiz bir işe başvurumuz reddedildiğinde kendi değerimizi ne çok sorgularız!

Oysa bunlar gerçeğin kendisi değil, yansımalardır.

Ve bu yansımayı sorgulamadığımız sürece iç huzurumuzu veya mutluluğumuzu hep dış bir başarıya bağlıyoruz.

Kendimize sormamız gereken asıl soru şu:

Ben kimim? Dediğim/sandığım kişi gerçekten ben miyim?

Yoksa yıllar boyunca başarılarla, geri bildirimlerle, unvanlarla örülmüş bir “benlik yanılsaması” mı yaşıyoruz?

Özet olarak eğer cevabı dışarıda arıyorsak, asla mutlu olamayacağız, ya da gün gelecek çok mutlu olduğumuzu sandığımız anda bile duvara toslayacağız.

Tekrar baştaki soruya dönecek olursam… Meydan okuma tonunu özellikle koruyarak bir daha soruyorum:

Sahi, siz kendinizi ne sanıyorsunuz?

Yazı Bağlantısı : LinkedIn

Yazar: Tayfun Öneş